Evinizi, işinizi, yemeğinizi, yolda yürüdüğünüz kaldırımı, hayatınızı birileriyle paylaşıyor musunuz?

Bir şekilde kısa veya uzun soluklu olarak, bir şeylerimizi birileriyle paylaşıyoruz değil mi?

Bu paylaşımların kurallarını bazen kendimiz belirliyoruz, bazen de o kurallar çoktan birileri tarafından belirlenmiş oluyor. İşte eğer bir taşınmazınızı birileri ile paylaşıyorsanız, onların kuralları çoktan yazıldı.

Malumunuz olduğu üzere taşınmaz alım-satımı, tercih edilen bir yatırım aracı. Kim istemez ki bugün aldığımız çorak arazi, yarın imara açılmış olsun.

Taşınmazın tek sahibi biz isek, kendimizden ve komşumuzdan mesulüz pek tabi. Ama burada dikkatinizi çekmek istediğim durum, aynı taşınmaza birden fazla kişinin sahip olması durumu, yani PAYDAŞLIK.

Mirasçıların pay arkadaşlığı çokça karşılaşılan bir pay arkadaşlığı türü ama bu yazımızın konusunu  diğer bir mülkiyet çeşidi olan PAYLI MÜLKİYET. Yani fiziki olarak bölünmemiş bir şeye, belirli oranlarla sahip olan kimselerin paydaşlık durumu.

Paylı mülkiyette pay arkadaşları, genel olarak bilerek ve isteyerek paydaş haline geliyorlar. İşte çoğu zaman bile isteye girdiğimiz bu paydaş olma durumundan, ne yazık ki güle oynaya ayrılamıyoruz.

 

Ben bu şahıs ile pazara bile gitmem, birlikte mal sahibi olmak mı, hayatta olmaz” demeyin.

Parası ile değil mi? Verdim parasını, aldım hissesini ” demeyin.

Ben hissemi sattım, konu beni ilgilendirmez” demeyin.

Onun hissesi az, söz hakkı yok” demeyin.

 

Peki ya dersek neler olabilir, biraz bu cümlelerin altını dolduralım.

Paylı mülkiyet, miras birlikteliklerine göre paydaşlarına daha özgür hareket etme imkanı sağlıyor. Sahip olunan hissenin bir kısmı veya tamamı devredebiliyor, rehin verebiliyor; hatta gerektiğinde haczedebiliyor ve bu durum diğer paydaşları çoğu zaman direkt olarak etkilemiyor.

Ancak, paylı mülkiyete konu olan bir taşınmazın hissesinin, paydaşlar dışında başka birine satılması her ne kadar mümkün desek de, kanun koyucu bu duruma bazı sınırlamalar getirmiş ve yeni gelenlere karşı  ÖN ALIM HAKKI kullanma imkanı tanımış.

Mevcut paydaşlara tanınan bu ÖN ALIM HAKKI, kısaca şu anlama geliyor;

PAYINI SATMAYA KARAR VERDİYSEN, ÖNCE BİZE SORMALISIN.

  • Ön alım hakkı, taşınmazın devri sırasında mevcut paydaşlara tanınmış bir hak olup, en geç payın devredilmesinden sonra 2 yıl içerisinde kullanılması gerekli. Yani üzerinden 2 yıl geçtikten sonra ön alım hakkını kullanamıyoruz. Payın satıldığı diğer paydaşlara noter aracılığı ile bildirildi ise artık 2 yıl değil,  3 ay içerisinde ön alım hakkının kullanılması gerekli.

 

 “Ben bu şahıs ile pazara bile gitmem, birlikte mal sahibi olmak mı, hayatta olmaz

demiyoruz. Süreyi kaçırırsanız, hisseyi kim aldı ise artık onunla arkadaşsınız.

  • Ön alım hakkı, dava yolu ile kullanılabiliyor. Devirden sonra süresi içerisinde mahkemeye başvurulduğunda; yeni hissedarın tapusu iptal ediliyor, ön alım hakkını kullanmak isteyen paydaş adına tesciline mahkeme tarafından karar veriliyor. Yani bir taşınmazda hissedar olmak istiyorsanız, onların da sizi istemesi şart.

Parası ile değil mi? Verdim parasını, aldım hissesini”

 diyemiyoruz demek ki.

 

  • Paydaşın ön alım hakkı kullanmak için mahkemeye başvurması yeterlidir dedik ama tabi bu bir yargılama süreci, taleplerin olduğu yerde iddialar vardır, savunmalar vardır. Bu davada akrabalar arası satış, taşınmazın devir değerinin tapuda gerçeğe aykırı olarak düşük ya da yüksek bedel gösterilmesi konuları elbette tartışılıyor ve bu iddialar tabi ki davanın sonucunu etkiliyor. Yani neyi, nasıl ve kime sattığınız sonuç açısından çok önemli.

Ben hissemi sattım, konu beni ilgilendirmez” dememek lazım. Konunun odak noktalarından biri de sizsiniz.

  • Ön alım hakkı kullanmak isteyen paydaşın bu davada bazı yükümlülükleri var tabi. Mahkeme tarafından belirlenen hisse değeri ve alıcının devir masraflarını ödemek en önemli yükümlülüklerden biri.
  • Her bir paydaş kendi adına ön alım hakkı kullanabiliyor. Hem de hisse oranının ne olduğu hiç önemli değil. Tüm paydaşlar bu haktan eşit şekilde faydalanıyor. Ne kadar paydaş ön alım hakkını kullandı ise satılan hisse o kadar paya bölünüyor.

“Onun hissesi az, söz hakkı yok” demeyin.  Az yeri olanın çok sesi çıkabilir.

Pay arkadaşlığı, ev arkadaşlığına benzer. Ev arkadaşlığı dostluk, güven, ortak bütçe, fikir birliği ve tabi ki de VEDA SEREMONİSİ ister. Pay arkadaşlığında ise bunların hepsine ihtiyacımız yok belki ama veda seremonisi önemli. Eğer pay arkadaşlığı yapıyorsanız hak ve yükümlülükleriniz hakkında hukuki danışmalık almayı önemseyiniz.

Av. Arb. Sevil KOYUNCU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tüketici

Hadi itiraf edelim. Siz de başlığı okuduğunuzda “yoo, hayır, ben değilim” dediniz mi? Aslında soru olumsuz bir cevabı gerektirmiyor.

Hepimiz doğal bir tüketiciyiz. Sanayi devrimi sonrası, üretimin artması ile birlikte tüketim toplumu adı altında sosyolojik bir terim oluştu. Bizler de bunun bir parçasıyız. Bazen gerçekten ihtiyacımız olan şeyleri tüketiyoruz, bazen de ihtiyacımız olduğuna inandırıldığımız şeyleri.

Üretim faaliyetlerinin giderek çeşitlenmesi ve karmaşıklaşması, yapısal farklılıkları bulunan üretici ve tüketici arasında birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Henüz bilinçlenmemiş olan tüketicinin korunması için, batılı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hukuki alt yapı oluşturulmuş olup, günümüz ihtiyaçlarının değişkenliğine göre de hukuki düzenlemeler yapılmaya devam etmektedir.

Hukuk sistemlerinin temel yapısı, güçlü olan kişiye karşı zayıf olan tarafı himaye etmek üzerine kuruludur. Tüketicinin hakları da, en temelinde Anayasal düzenleme ile devletimiz tarafından korunmaktadır.

“Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.” Anayasa m. 172. Anayasa ile temelleri atılan tüketici hakları, çeşitli kanunlarda yapılan düzenlemeler ile desteklenmiş ve en sonunda tüketici haklarına özerk Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile günümüze kadar gelmiştir. Ancak tüketimin o çok renkli ve karmaşık yapısına bağlı olarak şüphesiz her daim sistem yenilenmeye muhtaçtır.

Tüketici sorunlarının mümkün olduğu ölçüde hızlı çözülmesi, basit ve seri bir yargılama gerektirmesi ihtiyacı ve genel mahkemelerdeki iş yükünün fazla olması nedeni ile öncelikli olarak tüketici mahkemeleri ve devamında da bugünkü adı ile tüketici hakem heyetleri kurulmuştur.

Teknolojik gelişmeler, mal ve hizmetlere kolay ulaşım nedenleri ile artan uyuşmazlık çeşitliliğine karşılık, parasal değeri düşük olan uyuşmazlıklara tüketici hakem heyetleri çare olmuştur. Tüketici hakem heyetleri ile tüketicinin sorunları ivedilikle çözüme ulaştırılmaya çalışılmış, tüketici mahkemelerinin iş yükünün hafifletilmesiyle ve heyetin seri incelemesi ile adalete erişim hızlandırılmıştır.

Böylelikle, tüketici mahkemelerinde, çözümü ortalama 500 ila 700 gün süren tüketici uyuşmazlıkları, tüketici hakem heyetleri tarafından başvuru sırası ve durumuna göre en geç 6 ay (gerekli görülmesi halinde heyet tarafından 6 ay daha uzatılabilir) içerisinde çözüme kavuşturulur olmuştur.

Tüketici hakem heyetleri, parasal değeri düşük olan tüketici sorunlarının hızlı ve ekonomik çözümü adına ciddi bir mağduriyeti gidermektedir. 2020 yılı için İlçe Tüketici Hakem Heyetlerine başvuru için parasal sınır 6.920, 00 TL olup, İl Tüketici Hakem Heyetleri için bu sınır 10.390,00 TL’dir.  Ancak tüketici hakem heyeti parasal sınırını aşan ve itiraza uğrayan tüketici hakem heyeti kararları da azımsanamayacak ölçüdedir.

Tüketici Mahkemeleri bu anlamda genel mahkemelerdeki iş yükünü hafifletmiş ancak kendi görevi içerisinde kalan iş yükü altında ağır bir mücadele vermektedir. 2019 yılına 72.725 derdest dava ile başlayan tüketici mahkemeleri, aynı yılı 59.589 yeni dava ve 2.460 adet üst mahkemelerden bozularak gelen dava olmak üzere toplam 134.774 dava ile bitilebilmiştir. 2019 yılında bu davaların yaklaşık yarısı karara bağlanabilmiştir.

Yani 2020 yılına 70.000 civarında dava ile başlanabilmiştir. İstatiksel rakamlar revizyonun müjdecisi olmuş ve tüketicinin haklarının korunması için taze bir düzenleme getirilmiştir. 28.07.2020 tarihinde yayınlanan Resmi Gazete ile tüketici uyuşmazlıklarında arabuluculuk dava şartı haline gelmiştir. Yeni kanuni düzenleme ile hedeflenen nokta, kanayan yaraya merhem niteliğindedir.

Tüketici hakem heyetleri,  parasal sınır içinde kalan uyuşmazlıkları çözmeye devam etmekte, tarafların bu karara karşı itirazları yine tüketici mahkemelerinde görülmekte ancak bu sınırı aşan birçok uyuşmazlık mahkemeye gitmeden önce artık arabuluculuk yoluyla kesin çözüme kavuşturulmaktadır. Tüketici hakem heyetinin parasal sınırını aşan abonelik sözleşmeleri, paket tur sözleşmeleri, kampanyalı satış sözleşmeleri, ayıplı mal veya hizmet satışları, kredi kartı sözleşmeleri, tüketici kredisi sözleşmeleri, devre tatil sözleşmelerinden doğan iptal, uyarlama, alacak vb. uyuşmazlıkların tüketici mahkemelerinin önüne gitmeden arabuluculuk yoluyla en geç 28 günde çözüme kavuşturulması hedeflenmektedir.

Taraflar uyuşmazlıklarının çözümünde kendi kararlarını verecek, anlaşma sağlanamaması halinde de yine tüketici mahkemelerinde dava açabileceklerdir. Dava açılmadan önce arabuluculuk başvurusunun zorunlu olduğu işçi-işveren uyuşmazlıkları ve ticari uyuşmazlıklar gibi tüketici uyuşmazlıklarında da başvuruda hiçbir ücret alınmamaktadır. Başvurular e-devlet vatandaş portal üzerinden yapılabildiği gibi adliyelerde bulunan arabuluculuk bürolarına veya tarafların ortak kararı ile arabuluculuk merkezlerine ve arabulucular siciline kayıtlı arabuluculara doğrudan yapılabilmektedir.

Malumunuz, Devletin anayasal yükümlülüklerinden biri de tüketiciyi himaye altına almaktı. İşte bu kanuni düzenleme ile tüketici lehine, diğer dava şartı arabuluculuk uygulamalarından farklı bir uygulama getirilmiştir. Dava şartı kapsamında olan diğer tüm hukuki uyuşmazlıklarda tarafların anlaşma sağlaması halinde anlaşma bedeli üzerinden asgari ücret tarifesine göre belirlenen arabuluculuk ücreti (bu oran ilk 35.000,00 TL için %6 olmak üzere sonra gelen meblağlarda azalan oranlar öngörülmüştür.) aksi kararlaştırılmadığı müddetçe taraflarca eşit şekilde ödenirken; tüketicinin taraf olduğu uyuşmazlıklarda, anlaşma bedeline göre hesaplanan arabuluculuk ücretinin yarısı, yani tüketicinin payına düşen ücret ne olursa olsun Adalet Bakanlığı bütçesinden arabulucuya yine tarifeye göre belirlenen iki saatlik ücret olarak ödenecektir. Yine diğer dava şartı uyuşmazlıklardan farklı olarak ilk oturuma mazeretsiz olarak katılmayan tüketici, mahkeme yargılamasında haklı çıkar ise yargılama giderinden de sorumlu olmayacaktır. “Garip değil mi? Birini işaret ederek suçlarken işaret parmağınız onu, diğer üç parmağınız ise sizi gösterir.” Demiş Sigmund Freud.

İşbu yazımızla devletin tüketici haklarına yönelik hukuki düzenlemelerine ilişkin bilgilerimizi tazeledik. Peki ya biz o uyuşmazlığın tarafı olmamak veya sonlandırmak için ne kadar çaba sarf ettik? Sevgi ve saygılarımla…

SEVEREK AYRILALIM MI?

bosanmalar ve pandemi

Pandemi döneminin bizden aldıkları kadar, hayatımıza kazandırdıkları da var. Gündelik hayatın hareketliliği, zaman yetmezliği, stresle baş etme, bir noktadan diğer bir noktaya gitme çabalarına; hayatın durma noktasına gelmesi ve sokağa çıkma yasakları ile bir süre ara vermiş olduk.

Evin yolunu bulduk. Eşimizle, çocuklarımızla daha çok vakit geçirme şansı yakaladık. İşte tam da bu sırada, yolunda gitmeyen bazı evlilikler yoluna girdi, yolunda giden bazı evlilikler de yolunu değiştirdi. Karı ve Koca olarak iki kişinin ve en az iki şahidin imzası ile başlayan evlilik, çocukların şen kahkahaları ile kalabalıklaşmaya başlar.

Emekler verilir, kazançlar paylaşılır, hayaller kurulur, talepler, fedakarlıklar; evlilik çarkının dönmesinde herkesin payına bir şeyler düşer. İşte bu çarkın dişlilerinin, birbirine uyumunu kaybetmesi ile işler biraz karışmaya başlar.

Evlilik kutsal bir müessesedir. Başlangıcının nasıl davullar, zurnalar eşliğinde sevdiklerimizle birlikte olması uygunsa, bitişinin de tam tersi iki kişi arasında sessiz sedasız, sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde olması tarafların temennisidir.

Ancak bu temenni her zaman karşılığını bulamıyor ve ortak karar ile başlayan evliliğin her zaman ortak karar ile sonlanması mümkün olamıyor. Evlilik akdinin kurulması kadar aslında bu akdin nasıl sona erdiği de hayatımızı tam anlamıyla etkiliyor.

Gerilimin tırmandığı boşanma davalarında, duvarlar arkasında yaşananlar üçüncü kişilerin ağzından masaya yatırılıyor, taraflar kendi hayatlarını başkalarından dinliyor, yaşadıklarını, duygularını ispatlamaya çalışıyor; paralarını ve emeklerini kattıkları malvarlıklarını, hayatlarında belki de bundan sonra hiçbir önemi olmayacak eşyalarını, yitip giden yıllarını geri getirmeyecek maddi karşılığını, en çetrefilli olanı ise gözlerinden sakındıkları çocuklarının velayetini ya da belirli koşullarda  onları görebilmeyi istiyorlar. Avrupa ülkeleri arasındaki sıralamada boşanma oranımız halen düşük olmakla birlikte, yıllara göre bakıldığında Türkiye’ de boşanma oranı gitgide artmaktadır.

Artışın sebebi nedir, ne değildir bizim konumuz değil ama boşanmanın yargı önündeki en çok başvurulan sebeplerinden biri, TUİK verilene göre sorumsuz ve ilgisiz davranmaya bağlı olarak evlilik birliğinin temelinden sarsılması.

Tarafların ortak iradeleri ile evlenebilmelerine karşılık, boşanmaları için bir mahkeme kararına ihtiyaçları vardır. Evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile tarafların boşanmalarına karar verilebilmesi için, bu iddia ile hakim önüne gelen davacının diğer tarafa göre daha az kusurlu olması, evliliğin devamlılığının artık kendisinden beklenemeyecek derece sarsılmış olması, karşı tarafın iddialara itiraz etmesi halinde ise bu itirazın kötüniyetli ve evliliğin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yararın kalmamış olması gerekiyor.

Bu iddialar ispatlanamadığında ve karşı taraf boşanmayı istemediğinde tarafların boşanmalarına karar verilemiyor. Bunun yanında zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk, akıl hastalığı gibi özel boşanma sebepleri de vardır ki, bu sebeplere dayanılarak açılan boşanma davalarında, af, olayın yaşanmasından boşanma talebine kadar geçen süre ve ispat açısından bazı şekil şartları bulunmaktadır. Çekişmeli boşanma davaları tanıkların dinlendiği, delillerin toplandığı, ekonomik durumların araştırıldığı, bilirkişi raporlarının alındığı titiz incelemeyi gerektiren uzun, gergin, çoğunlukla duyguların yönlendirdiği bir yolculuktur.

Tüm bu ağır yükleri taşıyan çekişmeli boşanma davasına karşılık olarak; boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve varsa çocukların durumu hususunda taraflar ortak bir karara varabiliyorlarsa anlaşmalı olarak boşanabiliyorlar. Buradaki ön koşul eşlerin birbirlerini tanımaları için geçmesi ön görülen 1 yıllık süredir. Yani anlaşmalı olarak boşanmak için evliliğin en az 1 yıl sürmesi gerekmektedir. Anlaşmalı boşanmada, hakim, tarafları duruşmaya çağırır ve boşanma hakkındaki kararlarını özgür iradeleri ile verip vermediklerini gözlemler, anlaşma koşularında tarafların ve çocukların menfaatine aykırı bir durum var ise değişiklik yapabilir ve bu değişiklik taraflarca da kabul edilirse boşanmaya karar verir. Aile, toplumun en küçük parçasıdır.

Dolayısıyla ailenin kurulması, korunması gibi dağılmasının sonuçları da direkt olarak topluma sirayet ettiğinden, rızamız ile evlenebiliyor ancak tek taraflı isteğimiz ile boşanamıyoruz.  Karı – Koca olarak başlayan evliliğin sona erme sürecinde belki de en meşakkatli kısım             Anne – Baba olarak yola devamın sağlanmasıdır. İşte tam da bu an, boşanma sürecindeki tutum ve davranışlar, yola çıkış biçimleri; tarafların ve çocukların bundan sonraki hayatını da biçimlendiriyor.

Geçmişi değiştiremeyiz ama olayları geleceğe kendi istediğimiz şekilde taşıyabilir, geçmişin bizi yönlendirmesine engel olabiliriz. Evlilik çarkı artık dönmemeye başladığında ve acilen müdahale edilmesi yada kanuni önlemler alınması gereken özel bir durum yoksa öncelikli olarak evlilik- aile danışmanlarından çarkın dönmesi için yardım alabilir, çark dönmüyor ise aile arabulucusuna başvurarak boşanmanın koşulları ve mali sonuçları hakkında arabuluculuk süreci başlatabilir, bir hukukçudan boşanmanın hukuki gereklileri ve sonuçları hakkında bilgi alabilir ve hukuki süreci başlatabilirsiniz.

Şiddetin olduğu durumlarda ise; yine bir avukattan hukuki destek alabilir, Aile içi şiddetin önlenmesi kapsamında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan ŞÖNİM ve Sosyal Hizmetler Kurumlarına başvurabilir, Alo 183 ve benzeri destek hatlarından 7/24 yardım alabilirsiniz.

 

Efendim, ben her aşk bir gün biter mi bilemiyorum ama severek ayrılmanın geleceğimize mutluluk katabileceğini biliyorum.

Teorik fizikçi Albert Einstein “Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsanız, hayatınızı bir amaca bağlayın, kişilere ve eşyalara değil.” demiş.

Bizim, amacımız, mutluluk olsun; mutluluk hepimizle olsun.

 

Av. Arb. Sevil KOYUNCU

2020 yılına dünyayı sarsan haberlerle başladık. Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilmesine sebebiyet veren yeni tip Covid-19 virüs salgını şüphesiz bu haberlerin en sarsıcı olanıydı. Emekli Mehmet amcayı, komşu Saadet teyzeyi, okula başlayacak olan Ali’yi evlere kapatan bu pandemi dönemi, işçi Yaşar ustayı ve işveren Saim beyi ise derinden etkiledi.

İthalat, ihracat ve turizmin durma noktasına gelmesi ile birlikte küresel anlamda yaşanan kilitlenme, ülkemizde de üretimin ana damarlarının tıkanmasına sebep oldu. Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca, yeni normale bizleri babacan yaklaşımıyla alıştırırken, pandeminin çalışma hayatına etkilerini azaltmak amacıyla bir dizi önlemler alındı.

İş sözleşmesi fesih yasağı, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin pandemi sonrası sıkça duyduğumuz kavramlar halinde geldi. Nasıl girdiler hayatımıza, etkileri neler biliyoruz, yaşadık. Hatta hayatımızdan nasıl çıkacaklarını da biliyoruz ama bunun için ne kadar özverili davranıyoruz orası meçhul. Yasal dayanağı pandemi öncesine dayanan kısa çalışma uygulaması, korona etkisi ile bazı değişikliklere uğradı.

Bu noktada kısa çalışma koşullarına ilişkin uygunluk tespiti tamamlanmadan işverenin beyanı ile kısa çalışma ödeneğinden faydalanma imkanı tanındı. Tabi burada esas olan işveren beyanı olduğundan, hatalı bilgi ve belgeye dayandığı tespit edilen yersiz ve fazla ödemelerin yasal faizi ile işveren tarafından geri ödenmesi söz konusu. Çalışanlar açısından en büyük sorunlardan biri de kısa çalışmadan tam zamanlı faydalanılmasına rağmen çalışılmaya devam edilmesi ve avans adı altında yapılan veya elden ödenen ücretler.

İşyerlerinin dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan biri, bordro ve İş-Kur bildirgelerin gerçeğe uyarlı girilmesi, çalışılmayan saatlere ilişkin ücret ödemelerin ve SGK primlerinin ödenekten karşılanması, çalışılan saatlere ilişkin ise işveren tarafından yapılması gerekliliğidir. Aksi durumların yaptırımları ağır; işyerinin ödenek kapsamından çıkarılması, yapılan ödemelerin faizi ile geri ödenmesinin istenmesi, işçinin tazminat talepleri ile iş akdini feshetmesi mümkün.

En son yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de kısa çalışma ödeneğinden faydalanma imkanı 31.10.2020 tarihine kadar uzatıldı. Tabi bu uzatma kararı hali hazırda Haziran ayı sonundan önce kısa çalışma başvurusunu yapmış olan işverenler açısından geçerli. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanmak için son 3 yılda 450 prim gün sayısı ve kesintisiz son 60 gün hizmet akdi şartı aranmaktadır.

Çalıştığı işyerinde bu koşulu sağlayamayanlar açısından ise son işsizlik maaşı ödeneğinden kalan süre kadar faydalanma imkanı tanınmaktadır. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanamayan sigortalı açısından ise ücretsiz izin ile ücret nakit desteğinden faydalanma imkanı tanınmaktadır. Her ne kadar ücretsiz izin, kısa çalışmasının bu anlamda ikamesi gibi görünüyor olsa da aralarında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanan sigortalıya, on iki aylık prime esas kazancı dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının % 60’ı ödenirken ki bunun tavanı 2020 yılı için brüt 4.414,50 TL’dir, Ücret nakit desteği olarak ise günlük 39,24 TL yani aylık brüt 1.117,00 TL ödenmektedir.

Ücret konusunda ki bu ciddi farklılıkla birlikte işçinin kıdem süresi hesabı açısından da ayırt edici bir durum söz konusudur. İşçinin kıdem ve yıllık izin süresinin hesaplamasında kısa çalışma kapsamında geçirilen süreler hesaba dahil edilirken, ücretsiz izinde geçirilen sürelerin bu hesaplamaya dahil edilemeyeceği yönünde ciddi yorumlar bulunmaktadır. Ancak kısa çalışma ödeneğinde olduğu gibi ücretsiz izin uygulaması da pandemi nedeni ile işveren kararına tabi olduğundan bu konuda doğan ihtilaflar ile ilgili, ileride yargı ne karara varacak hep birlikte göreceğiz.

Bu farklılıklar dikkate alındığında, İşverenin, tüm işçilere eşit davranma yükümlülüğünün bulunduğu gerekçesi ile kısa çalışma – ücretsiz izin uygulaması veya çalışma saatleri açısından işçilerde bir ayrıma gidilecek ise bunun zorunlu ve gerekçeli olması esastır. Aksi durumlar işçi açısından tazminat talepli fesih sebebi oluşturmakla birlikte işveren tarafından 4 aylık ücreti tutarında tazminat ve mahrum kalınan hakların ödenmesi söz konusu olabilecektir. Ücretsiz izne ayrıldı diye haklı nedenle iş sözleşmesini feshedemeyen işçinin, fesih yasağı kapsamında işveren tarafından da iş sözleşmesi feshedilemiyor.

17.04.2020 tarihinde getirilen iş sözleşmesi fesih yasağı, 17.09.2020 tarihinde son buluyorken son karar ile 2 ay süre ile yeniden uzatıldı. Fesih yasağı dönemi içerisinde; işçinin istifası, işveren tarafından işçinin ahlak ve iyiniyet kurallarına aykırı davranışları ve birkaç istisna dışında iş veya hizmet sözleşmesi feshedilemiyor. Belirli süreli sözleşmenin sona ermesi, işyerinin kapanması, faaliyetinin sona ermesi, hizmet alımları ile yapım işlerinde işin sona ermesi halleri yasak kapsamında değerlendirilmiyor. Bu haller dışında İşveren ben yaptım oldu der ise; sözleşmesi feshedilen her işçi için fiilin işlendiği tarihteki aylık brüt asgari ücret tutarında idari para cezası ödemek zorunda kalıyor. Cumhurbaşkanının fesih yasağı süresini 30.06.2021 tarihine kadar uzatma yetkisi bulunmaktadır.

Uzatmalar ile birlikte bugüne kadar gelen bu uygulamaların arasına, 01.08.2020 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir teşvik de katıldı. Nedir bu teşvik hemen açıklayalım. Kısa çalışmadan çıkarak normal çalışma sürelerine dönen özel sektör işyerlerinde, kısa çalışma ödeneğinden veya ücret nakit desteğinden faydalanan sigortalının 31.12.2020 tarihini geçmemek üzere kısa çalışmanın sona erdiği ayı takip eden aydan başlamak üzere 3 aylık süre ile SGK primlerinin tamamı fondan ödenecektir. Teşvikten faydalanmak için işyerinde çalışan sigortalıların tamamının normal çalışma süresine dönmesi gerekmiyor. Yalnızca normal çalışma süresine dönen çalışanlar açısından teşvikten faydalanmak mümkün.

Burada önemli olan noktalardan biri de çalışanın sigorta numarasının değişmemesi. Yani şubesi bulunan işyerlerinde, çalışanın şube değişikliği yapması halinde teşvik imkanı sona eriyor. Yine kanunda bazı istisna işletmeler, ev hizmetlerinde çalışanlar ve yabancı ülkede çalışanlar açısından teşvikten faydalanmak mümkün değil. Söz konusu teşvik süresi, kısa çalışma ve ücretsiz izin desteği alınan aylık ortalama gün sayısını geçememektedir.

Kısa çalışma ve ücret nakit desteğinden yersiz faydalandığı tespit edilenler bu teşvikten faydalanamayacak ve yararlanmış olsa bile teşvik tutarı zamlı ve cezalı olarak işverenden tahsil edilecektir. Başvurular yine internet üzerinden yapılıyor ve bu teşvikten faydalanılması halinde başka herhangi bir teşvik ve destekten faydalanma imkanı ortadan kalkıyor. İşçi- İşveren ilişkilerinde güncel durumlar ve uzatma kararları bize hastalığın halen aramızda olduğunun ve yarattığı ekonomik tahribatın giderilemediğinin en büyük göstergesi.

Plastik Cerrah Dr. Maxwell Maltz yaptığı operasyonlar sonrasında zihindeki bir imajın çözülmesi ve yerine yenisinin gelmesi için en az 21 gün geçmesi gerektiğini tespit etmiş. Buradan hareketle geniş açılı bir yorum yaparak, o meşhur tespitimizi yapıyoruz. 21 gün boyunca aynı şeyi yaparsak onu alışkanlık haline getirebiliriz. Ama ne var ki izole yaşamı, maskeyi, öpüşüp koklaşmamayı alışkanlık edinemedik.

Yeni normal ne yazık ki bize hala anormal.
Sağlıklı günlerimize en kısa zamanda kavuşmak dileğiyle, sevgi ve saygılarımla.

Av.Arb. Sevil KOYUNCU

bu makaleyi Yıldırım Haber Sitesinde’de okuyabilirsiniz — >

Üste Çık